Okunma : 75
Tarih : 15.02.2025
E-Mail : fatihberkil@hotmail.com
Ramazan Kara.
Duygusal İlişkilerimiz
DUYGUSAL İLİŞKİLERİMİZ
İnsanlara doğruyu öğretmek kolaydır da doğru sandığının yanlış olduğunu benimsetmek neredeyse olanaksızdır. Doğru sandığımız halde yanlış yaptığımızı benimseyemediğimiz şeylerin başında ise kurduğumuz duygusal ilişkilerimizdeki yanlış davranışlarımız gelir. Duygusal birliktelik; duygusallığımızı tamamlayabilmemizin gerektirdiği olağan bir durum olmasına karşın biz, genellikle bizi tamamlayan değil bize uyduluk yapacak birini ararcasına duygusal ilişkiler kurmaya çalışırız. Bu nedenle de duygusal ilişkilerimiz, mutluluktan çok huzursuzluk getirir.
Huzursuzluğun sonucunda en çok kullandığımız cümle ise “Beni anlamıyor ki” gibi bir şeyler olur. Biz de, genellikle “İyi de, sen onu anladın mı bari?” diye soramayız. Hem de anlaşılmak için anlayışlı olmak gerektiğini bildiğimiz halde. Peki, duygusal birliktelik için adım atarken nelere dikkat etmeliyiz? Kuracağımız ilişkinin adı, “birliktelik” ise biz de her şeyden önce birlikte hareket etmeyi bilmeliyiz. Birlikte düşünmeli, birlikte uygulamalı, birlikte yaşamalıyız.
Duygusal bir birliktelik için girişimde bulunacak olanlar; bir fidan yetiştirircesine titiz olmalılar. Daha sonra; biri tohum, diğeri nem olmalı ve değer yargılarından tohumun çimlenip beslenerek fidan olmak için verimli bir toprak yaratmalılar.
Önemli olan kimin tohum, kimin nem olduğu değil oluşturulan toprağın kaliteli olup olmadığıdır. Tohum ve nem zamanla fidana dönüşür ve iki ayrı bedende, iki ayrı düşüncede aynı şekilde yaşamaya başlar çünkü. Toprağın kalitesi de; içine sinmeyen şeyleri içine atmadan gerektiğinde kavga etmeden konuşup tartışabilme, birbirlerine gösterilen anlayış, karşılıklı duyulan güven, gösterilen saygı ve hissettirilen sevginin kalitesinde gizlidir.
Bu koşullar göz ardı edilerek oluşturulan birliktelikler ise kurumak zorunda kalan hastalıklı fidanlar gibidir. Bir süre sonra ölmese ve yaşamayı sürdürse bile hep hastalıklı olmak durumundadır artık.
Kesinlikle; bitmiş bir ilişkinin sarsıntıları geçmeden ve hasarları düzeltilmeden yeni bir ilişkiye girilmemeli. Genellikle ya “yağmurdan kaçarken doluya tutuluruz” ya da “denize düşünce yılana sarılırız” çünkü. Her ikisi de kalıcı hasarlara yol açar.
Bir süre sonra bu hasarın artçı sarsıntıları azalsa bile izleri bir ömür boyu sürer. Tıpkı bir düşünürün söylediği gibi; “Dal kırıldıktan sonra rüzgar dinse bile dal kırılmıştır artık” O hasarlar yalnızca bize değil, aynı zamanda birlikte olduğumuz kişiye de ilişkimize de zarar vermeye başlar.
Bu tür birliktelikler, bizi evliliğe götürür ve çocuklarımız olursa aynı zararlar soyaçekimde olduğu gibi çocuklarımızda da görülecektir. Çocuğun yetiştiği ortam ve çocuğu yetiştiren anne-baba çok önemlidir. Çocuklarımız, yazımın başında sözünü ettiğim fidanın tohumları ve yeni fidanlar olacaktır çünkü. Birlikte olacak bireylerin dış görünüşleri, geçmişleri, yaşları, kiloları gibi ayrıntılar önemli olsa da belirleyici ana unsurlar olarak alınmamalıdır.
Bireylerin; geçmişte utanılacak kalıntıları yoksa “bundan önce ne oldukları, ne yaşadıkları” değil “bundan sonra ne olabilecekleri, neler yaşatacakları” sorgulanmalıdır. Yaşları arasında uçurum yoksa “ yaşanılmış beden yaşı” yerine “severken hissettiği, hissedeceği, hissettireceği yaşı” sorgulanmalıdır.
Kiloları “zayıf” ile “şişman” kavramlarına örnek olacak kadar farklı değilse gözde fazla büyütülmemelidir. Yeter ki; birbirlerini hem duygusal hem fiziksel anlamda kucaklayabilsinler. Biri diğerini kucaklayabiliyorsa sorun yok demektir. Birinin kucağında uyumakla, onu kucağında uyutmak aynı şeydir çünkü.
Seven insan; “Ben severken; hiç kimsenin hiç kimseyi sevemeyeceği kadar çok, hiçbir gücün yok edemeyeceği kadar güçlü sevmeliyim. Her zaman, her koşulda, her ortamda sevgimi hissettirmeli, sevgimden ödün vermemeliyim. Bunları yapamıyorsam da, arkamda onurlu bir birlikteliğin izlerini bırakarak gidebilme erdemini gösterebilmeliyim” diyerek sevmeli. “Sevdim, seviyorum ve seveceğim” sözleri sevgimizin yasası hatta o yasanın değiştirilemez maddeleri olmalı. Sevenler sevdiğine, göğsünü gererek “seni sevdim, seviyorum, seveceğim” diyemiyorsa onun adı sevgi değil “şehvet düşkünlüğü, vücut alışverişine yönelik duygu sömürüsü” olur.
Seven; sevdiğinin sevgisini hak ettiğini hissettiren ve hak edildiğini hisseden bir duyguyla sevemiyorsa ortada sevgi falan yoktur. Buna ille de bir şey dememiz gerekirse, ancak ve yalnız “soytarılık” diyebiliriz.
Çiftler, zamanla birlikteliklerini evlilikle süsleyebilirlerse; “sevişmeden uyumayalım” demek yerine kimi zaman “sevişmeyi hak etmiyorsa sevişmeden uyumayı” bilmeli. Kimi zaman da “uykusundan uyandırılırken uyarıldığı için sevişmeye hazır olarak” uyanmalıdır.
İyi bir sevişme, bedenden çok ruhu rahatlatır çünkü. Kafası rahat olmayanın, bedeni rahatlamaz yani. Çiftler, birbirlerine karşı karı-koca olmanın gerektirdiği bir sorumluluk duygusu taşıdıkları için değil iki yarımı birleştirerek bir bütün oluşturmanın bilinciyle sevişmeliler. Tıpkı, Özdemir Asaf’ın bir şiirindeki “Dünyanın nüfusu ikiye bölünsün/ Biri sen ol, biri ben./ Bir bütün olalım ikimiz,/ Kimseye sezdirmeden” dizelerini uygular gibi.
Birlikte olmak, yalnızca bedenlerini birleştiren ilkel bir birliktelik olmamalı. Düşüncelerin, duyguların, arada bir farklılıklar olsa bile değer yargılarının ve yaşam biçimlerinin uyumu sağlandıktan sonra bedenlerin birlikteliği kendiliğinden oluşacaktır.
Bedensel birliktelik, bir vücut alış verişi değil, iki bedende bir ruh oluşturma sanatı olarak algılanmalıdır. Bir bakıma bedensel birliktelik; her türlü zorluğu aşacak kadar güçlü donatılmış düşüncelerin, duyguların ve davranışların yaşanmasının sağlandığı bir ortamda duyulan sevgi, saygı, güven ve anlayışın meyvesi olmalıdır.
Bunları sağlamadan yaşanan bedensel birlikteliklerin bir şeyleri eksik kaldığı için yavan kalacaktır. Sonucu da, mutluluk yerine huzursuzluk olarak görülecektir. Duygusallığın mantıklı kalmayı gölgelemesine izin verilmeyecek kadar akıl dolu, ayakların yere bastığı, sevgi, saygı ve anlayışla beslendiği için meyvesi mutluluk olan duygusal ilişkiler oluşturabilecek nesiller yetiştirebilmek özlemiyle hoşça kalın.