Adalet tarih boyunca filozofların üzerinde en çok kafa yordukları konulardan biridir. Platon adaleti en yüce erdemlerden biri olarak tanımlar. İnsanın ve devletin temel davranış kuralı olduğundan söz eder. Aristo’ya göre de adaletin asıl hareket noktası eşitliktir.
Aydınlanma çağında düşünürler adalet ve hukuk kavramlarını bir araya getirmişler “doğal hukuk” kavramını ortaya koymuşlar. Hukuka ve hukuksal eşitliğe uymayı adil davranmak olarak tanımlamışlar.
Şu bir gerçek ki adalet ve devlet kavramları birbirinden ayrılmaz. Başka bir deyişle adaleti dağıtacak olan devlettir.
17. Yüzyıl düşünürü ve devlet adamı Koçi Bey’e göre devletin adalet üzerine kurulu olması gerekir. Osmanlı devletinin çürümesiyle adaletten uzaklaşmayı özdeşleştirdiğini görüyoruz. 1630 yılında hazırlayıp devrin padişahlarına sunduğu risalesinde şunları belirlemiş:
1.Siyaset’in en yüksek noktasındaki otorite olan Sultan’ların halktan kopmaları, devlet işlerinden uzaklaşmaları, zevk, sefaya düşkünlükleri,
2.Ordunun savaşma yeteneği olmayan, kazanç peşinde koşan ve yanlış işler yapmış olanlarca doldurulması,
3. Adaleti dağıtan kadıların ehliyetsiz kişilerden seçilmesi, halkın gözünde itibarlarını yitirmeleri,
4.Dini görevlerin ve eğitim görevlerinin ehli olmayanlara para karşılığı verilmesi, kuralların ihlali. (Beşik ulemalığı)
(Kaynak:MACHİAVELLİ ve KOÇİ BEY’DE SİYASET, ADALET ve ERDEM Hüseyin BAL, hacettepe.edu.tr)
Günümüzde adalet kavramı hukukla tamamen bütünleşmiş, hukuk adaleti dağıtmanın temel aracı haline getirilmiştir. Farklı gelir gurupları arasındaki eşitsizliğin giderilmesi için sosyal adalet kavramı da geliştirilmiştir. Sosyal Adalet, kapitalizmin farklı gelir gurupları arasında yarattığı eşitsizliği gidermenin bir aracı olarak görülmüştür. Sosyal adalet kavramı da devlet yönetimine ve ekonomiye “Planlı kalkınma” olarak yansımıştır.
Ne var ki, Türkiye dışa açılıp dünya ekonomisiyle “entegre” olduğunda “planlı kalkınma” dönemi de son bulmuştur. Zira küresel liberalizm toplumsal kalkınmanın büyümenin sonucu olduğunu savunmaktadır. Ekonomi büyüdükçe herkesin parası olacağı varsayılarak Planlı kalkınma dönemlerinin sosyal adalet sağlayıcısı parasız sağlık, eğitim, sosyal güvenlik sistemi tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu hizmetler de “ekonomik büyümeye” katkısı olacak şekilde paralılaştırılmıştır.
Paranın her şey kabul edildiği toplumda, zaten az olan eşitlik tamamen ortadan kalkmış, gücü olanla olmayan arasındaki aralık uçuruma dönüşmüştür.
Bugün Koçi Bey’in 1630 yılında belirlediği çürümüşlüğü yaşamadığımızı kim ileri sürebilir?
Yargı, yürütme hatta yasama aygıtlarımızı yukarıdaki belirlemeler ışığında tekrar düşünün.
Anayasaya ve yasalara aykırı davrananların çürümeyi nasıl hızlandırdıklarını, Anayasa değişikliğiyle bu yapıyı hukuk zeminine oturtmaya çalıştıklarını görün.
Yazımızı Hüseyin Bal’ın MACHİAVELLİ ve KOÇİ BEY’DE SİYASET, ADALET ve ERDEM başlıklı çalışmasından alıntılarla bitirelim:
“Machiavelli’ye göre devlet kendi başına bir amaçtır. Devleti, iktidarı temsil eden hükümdar amaçlara ulaşmak için meşru olan veya olmayan tüm araçları kullanabilir. Devlet veya iktidar kendi başına en yüksek değer olduğundan onu korumak için adalet, doğruluk, ahlak ve hatta din gibi kutsallar ihlal edilebilir.
Evet diyerek iktidarlara; Machiavelli’in gösterdiği yolu uygulama fırsatını, dönüşü olmayacak bir biçimde vereceksiniz.
Oysa Koçi Bey’in yönetenlere önerileri şunlar:
“Din ve devlet işlerinde kararlı olunuz,
Adil olunuz,
Her işi hak edene veriniz,
İltimas ve rüşveti kaldırınız,
Halkı ezdirmeyin ve ezmeyin,
Süs ve şöhretten kaçınız,
Kötülere karşı çıkınız, iyileri koruyunuz.”
Hayır derseniz Koçi Bey’in ilkelerini savunmuş, hayata geçmesini sağlamanın yolunu açmış olacaksınız.