Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hukuk alanındaki başdanışmanı Mehmet Uçum, sadece 16 Nisan’da halk oyuna sunulacak Anayasa değişiklik modelinin mimarlarından biri değil, aynı zamanda verdiği röportajlar ve katıldığı televizyon programlarındaki performansıyla “Evet’in en etkili savunucusu” olarak öne çıkan isim... Sistem değişikliği önerisi Meclis’e geldiği ilk günlerde Habertürk'e konuşan Uçum, referanduma 10 gün kala referandum sonrası senaryoları ve “Hayır” çıkması durumunda olabilecekleri Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a anlattı
İşte Habertürk'te yayınlanan röportajın tamamı
- Referanduma 2 hafta kala kimi yorumcular durumun başa baş olduğunu söylüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir B planı var mı?
Sayın Cumhurbaşkanı’mızın siyaset yapma tarzına ve şimdiye kadarki pratiklerine baktığımızda, halkın vereceği karardan önce senaryo çalışması yapmayacağını söyleyebiliriz. O hep önündeki seçime odaklanır. Halka dayalı siyaset anlayışı vardır, halkın verdiği kararlar üzerinden siyaset geliştirir. Şu anda “Evet”e odaklanmış durumda. Bunun milletin faydasına bir değişiklik olduğu inancıyla pratiğini yürütüyor. Ama halk farklı bir karar verirse, “Evet” değil de “Hayır” çıkarsa, bu, siyasete bir mesaj demektir. Siyaset bundan birtakım sonuçlar çıkarmalıdır. Bu, seçimden sonra değerlendireceği bir durumdur. Ondan önce bir plan yapmış olduğunu düşünmüyorum.
- “Referandumda ‘Hayır’ çıkarsa, bu, siyasete bir mesajdır” dediniz. Nedir o mesaj? CHP, bir yandan “Hayır çıkması durumunda Cumhurbaşkanı Anayasal sınırlarına çekilmeli” diyor.
“Anayasal sınırlarına çekilmeli” tezi, temelsiz bir tez. Sayın Cumhurbaşkanı’nın seçildikten sonra kullandığı bütün yetkiler Anayasa’dan kaynaklanan yetkilerdir. Hatta o yasal sınırlar içerisindeki bütün yetkilerini kullandığını da söyleyemeyiz. Bu açıdan bakıldığında, “Hayır” çıkması halinde Sayın Cumhurbaşkanı Anayasal yetkilerini kullanmaya elbette devam edecektir. Ancak, “Hayır”ın anlamını iyi değerlendirmek lazım. “Hayır” çıkarsa, halkımızın “Mevcut sistemle devam etmeliyiz” şeklinde bir mesaj vereceği yorumu bana göre hatalıdır. Çünkü bu Anayasa değişikliği sistem anomalisinin düzeltilmesi üzerine yapılıyor. Sistemde bir anomali olduğu noktasında herkes mutabık. Ancak, “Evet” diyenler, “Bu anomali bu modelle değiştirilebilir, Türkiye’nin demokratikleşmesi bakımından bu bir reform adımıdır” diyor. “Hayır” diyenler de “Hayır, bu model bu anomaliyi düzeltmeye yetmez, başka çözümler vardır” diyor. Dolayısıyla halk, “Hayır” oyu verdiğinde bunu “Mevcutla devam edelim” şeklinde okumak siyaseten yanlıştır.
- “Eğer ‘Hayır’ çıkarsa Cumhurbaşkanı’nın yetkileri sınırlandırılmalı” ve hatta “Cumhurbaşkanı’nı tekrar Meclis’in seçmesi için düzenleme yapılmalı” diyen bile olabilir.
Bu tip kesin kanaatlerin doğru olduğunu düşünmüyorum. Cumhurbaşkanı’nın yeniden Meclis tarafından seçilmesini tartışmak da elbette meşru bir haktır, bu yapılabilir. Peki Cumhurbaşkanı’nın yeniden Meclis tarafından seçilmesi nasıl sağlanır? Halka gidip diyeceksin ki, “Cumhurbaşkanı’nın seçilme hakkını Meclis’e iade eder misin?” Demokrasi tarihine baktığımızda, halkın özgür iradesiyle kendisine ait bir hakkı hiçbir zaman terk etmediğini görüyoruz. Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi halkın demokratik bir kazanımıdır, sistem tartışmasından bağımsızdır. Ayrıca, halkın doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanı’ndan aktif siyaset talep etme hakkı da demokratik bir kazanımdır. Karşı görüşü savunanlar da elbette olabilir. Ancak geçmiş demokrasi tecrübelerine bakıldığında halk bu haktan vazgeçmez.
- Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmeye devam edecek. Öte yandan da ‘Hayır’ çıkarsa, ‘çift başlılık’ diye tarif edilen durum sürecek mi? Bir çözüm yolu bulunabilir mi?
Tabii ki bulunabilir. “Hayır” çıkması ancak şu şekilde yorumlanır: Halk bu modelle bu sorunun çözülmesini yeterli bulmamıştır. Dolayısıyla halkın “Hayır” verirken tereddüt ettiği noktaların giderilebileceği yeni bir reform modeliyle halkın karşısına tekrar çıkmak lazım.
- O durumda daha net bir başkanlık modeli konuşmaya mı başlarız yani?
Evet, olabilir. Halk bu önerilen modeli bu sorunu çözmek için yeterli görmüyorsa, bu modelin -varsa- eksikleri üzerine bir değerlendirme yapmak gerekir. O durumda halkın demokratik kazanımlarını yine taban kabul etmek gerekir. Yani halkın Cumhurbaşkanı’nı doğrudan seçme hakkı ve Cumhurbaşkanı pozisyonunun aktif olması durumu dikkate alınarak yeni bir reform önermek gerekir. ‘Hayır’ çıkması mevcut sistemin devam edeceği anlamına gelmez.
- Dolayısıyla siz, parlamenter sistem artık iflah olmaz” mı diyorsunuz?
Türkiye’de demokrasinin geldiği düzey ve halkın sahip olduğu haklar itibarıyla parlamenter hükümet modelini ihya etmek mümkün değildir.
- Yani başkanlık önerisi rafa kalkmaz...
Başkanlık önerisi rafa kalkmaz. Ama gerçekten bu model bazı endişeleri giderememişse, o endişelerin ne olduğu tespit edilip onu giderecek şekilde yeni ve güçlü bir model ortaya koyulmalıdır. Benim kişisel görüşüm, “Evet”in çıkması olasılık olarak gerçekçidir ama “Hayır” çıkma ihtimali sadece teoriktir.
Türkiye’de demokrasinin geldiği düzey ve halkın sahip olduğu haklar itibarıyla parlamenter hükümet modelini ihya etmek mümkün değildir...
‘ÇADIR ZİYARETİ TUTUM DEĞİŞİKLİĞİ DEĞİL HALKA DAYALI SİYASET İNANCININ BİR SONUCU’
- Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı “Hayır” çadırına ziyarette bulundu. 2 gün önceki konuşmasında da “Hayır’ diyenler de ‘Evet’ diyenler gibi saygındır” dedi. Kampanyanın ilk günlerinde “Hayır”ı terörle ilişkilendiren sözler de işitmiştik. Bu bir strateji değişikliğine işaret mi ediyor?
Cumhurbaşkanı’nın stratejisi başından beri net. “Evet”in de “Hayır”ın da vatandaşlık hukukunun bir gereği olduğunu savunuyor. “Hayır” demeyi tek bir kategoriye indirgeyen yaklaşımı hiçbir zaman olmadı. Hem “Hayır” çadırını ziyareti hem de “Evet”in de “Hayır”ın da meşruiyetinin asla tartışılamayacağını söylemesi bir tutum değişikliği değil, halka dayalı siyasete inancının bir sonucudur. Cumhurbaşkanı’nın siyaset anlayışı toplumsal meşruiyete dayanır, milli irade esaslı bir siyasettir. Dolayısıyla halk “Evet” de dese “Hayır” da dese bunlar meşrudur. Cumhurbaşkanı’nın “Hayır”a yönelik değerlendirmesinde hiçbir zaman normatif bir tespit olmadı. Yani, “Hayır diyenlerin hepsi Türkiye karşıtıdır”, “Hayır diyenlerin hepsi terör örgütleriyle birlikte hareket ediyor” demedi. Şunu dedi: “Hayır diyenler arasında Türkiye karşıtları, terör örgütleri ve terör örgütleriyle birlikte hareket edenler de vardır...” “Hayır” demenin meşruiyetiyle “Hayır” diyenler arasında Türkiye karşıtlarının olması tespiti birbirinden farklıdır. Bu olanın tespitidir ve söylemek siyasetin görevidir. Bir tutum değişikliği söz konusu değil.
- Çadır ziyareti planlı mıydı, spontane mi gelişti?
Benim izlediğim kadarıyla spontane gelişen bir ziyaret. Kaldı ki spontane olmasa bile Sayın Cumhurbaşkanı’nın aklında bu tip şeyler hep olur. Tabii eğer ortada birden çok seçenek varsa, Cumhurbaşkanı seçeneklerden birini bir siyasetçi olarak tercih edebilir ve o seçenek üzerine propagandasını da yapabilir. Ama seçim bittikten sonra yine Türkiye toplumumun tamamına hizmet etme sorumluluğu üzerinden hareket eder. Bu açıdan bakıldığında, Cumhurbaşkanı bu yarışı demokratik bir rekabet olarak görüyor. Ama nereye kadar? Tabii Türkiye karşıtlarının, terör örgütlerinin ve onunla birlikte hareket edenlerin bu demokratik rekabeti bozucu stratejilerini deşifre edecek noktaya kadar. İkisi arasında bir ayrım var. Cumhurbaşkanı’na göre en meşru siyaset halkın iradesine dayanan siyaset olduğu gibi, en meşru yarış da demokratik rekabet içerisindeki yarıştır. Yarışın birden çok tarafı olabilir ama bunların tamamının vatandaşlık çerçevesinde Türkiye’nin yurttaşları olarak eşit haklara sahip olduğu da asla inkâr edilemez.
‘Evet’ sonucu konusunda hiçbir şüphe taşımıyorum... Ama bu model bazı endişeleri giderememişse halkın ‘Hayır’ verirken tereddüt ettiği noktaların giderilebileceği yeni ve güçlü bir reform modeli ortaya koyulmalıdır
‘EVET EĞİLİMİ GÜÇLENİYOR’
- Peki, şu an rüzgâr “Evet”ten mi yoksa “Hayır”dan mı yana?
Gördüğümüz kadarıyla “Evet” eğilimi güçleniyor. Halk, önerilen bu modelde demokratik kazanımlarının korunduğunu ve kendisinin devlet üzerindeki etkisinin arttığını fark ediyor. Dikkat edin, Türkiye’de halk her türlü seçimde devletle ilişkisinde kendisini rahatlatacak tercihlere oy vermiştir. 1950’de, “Yeter söz milletin” diyen Adnan Menderes’i tercihinde de devletle ilişkisinde onu rahatlatacak bir enstrüman gördüğü için tercih etmiştir. 1983 seçimlerinde darbeciler tümüyle karşı olmalarına rağmen halk Özal’ı tercih etmiştir. 1997’de 28 Şubat darbesiyle 1000 yıl sürecek bir sistem kurulduğu iddia edilmiş ama halk, 2002’de genel başkanı siyasi yasaklı bir partiyi tercih etmiştir. Demek ki, halk devletin verdiği birçok kararı meşru görmeden, siyasetin meşruiyeti üzerinden tercihler yapmıştır. O açıdan baktığınızda, şu anda önüne konan seçenekte de kendisinin devletle ilişkisini güçlendirebilecek, devlet içindeki sistemsel problemleri çözebilecek bir yaklaşım olduğu izlenimi güçleniyor. O yüzden ben “Evet” sonucu konusunda hiçbir şüphe taşımıyorum.
‘SOLCU ARKADAŞLARIM DA BU DEĞİŞİMİ DESTEKLİYOR’
- Mehmet Bey, siz solcu bir geçmişten geliyorsunuz. Bu sistemi savunduğunuz için solcu arkadaşlarınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Benim sosyal ilişkilerim çok yönlü. Herkesi solcu diye niteleyemem. Kendini solcu diye ifade edenlerin de meseleye bakış açılarında farklılıklar var. Bana göre hakiki solculuk toplum esaslı solculuktur. Sınıf esaslı solculuğun 20. yüzyıl ortasından itibaren bittiğini düşünüyorum. Çağımızın solculuğu adil gelir dağılımı, gelir güvencesi ve sosyal politikalar üzerinde halkın ihtiyaçlarını karşılamaya ve halkla devletin ilişkisini güçlendirmeye dönük olmalı. Bu kapsamda durumu değerlendiren bütün solcu arkadaşlarım bu değişimi destekliyor. Ama bunun yanı sıra seçkinci solcular da var. Onlara göre muhafazakârlık tasfiye edilmesi gereken bir gelenektir. Şu anki değişimin taşıyıcılığını muhafazakâr ağırlıklı demokratların yaptığına inananlar bu değişime karşı çıkıyorlar. Bu durum onlar açısından çok temel bir çelişkidir. Ayrıca Türkiye’de ne yazık ki belli bir grup solcu kendi yerelinden ve tarihinden koptuğu için geliştirdikleri solculuk aslında toplumun karşısında bir solculuktur. O tip solcular da benim tutumuma karşı çıkıyorlar.
‘TEK ADAMLIK MÜMKÜN DEĞİL’
- “Mehmet, bu sistem bizi otoriterliğe götürür” diyen var mı?
“Bu sistem otoriterliğe götürür” diyen yok ama demokratik denge ve denetim mekanizması konusunda, “Emin misin, yeterli mi?” diye soranlar var. Ben de son derece samimi biçimde ve inanarak, emin olduğumu söylüyorum. Bu modelin oluşmasında hasbelkader katkıda bulunmuş bir insanım. Ömrümün yarısından çoğu Türkiye’de yeni ve sivil Anayasa çalışmaları içinde geçti. Gelinen aşamada bu değişiklik yeni ve sivil Anayasa ihtiyacını tam olarak karşılamıyor tabii ama bu son derece önemli bir reform başlangıcıdır.
- Ya ‘tek adam’lık eleştirisi?
Bu eleştiriler aslında yüzde 50+1’le Cumhurbaşkanı olmuş bir kişinin aklını yitirmesi halinde ortaya çıkabilecek durumlarla alakalı. Hiçbir rasyonel siyasetçi, kalkıp bu denli uygulamalar yapmaz. Aklını yitirme noktasında da zaten sistem devreye girer ve yeni Cumhurbaşkanı seçilir. Kararnameler Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabi. Her şeyi bir kenara koyun. Demokrasi işleyişinin olağan ilkeleri de var. Kamuoyu tepkisiz mi kalacak? Muhalefet faaliyet mi yürütmeyecek? Yani herkes sessizce bu kötüye gidişe “Evet” mi diyecek? Bunlar ancak fantezi yaklaşımlar olabilir. Demokrasilerde hukuk sistematiği halkın seçtiklerine güven üzerine kurulur. Hakkın kötüye kullanılması durumunda ise önlem ve yaptırım devreye girer. Bu sistemde hem güven esası hem de hakkın kötüye kullanılmasında her türlü yaptırım ve denetim mekanizması var. Dolayısıyla “tek adamlık” mümkün değil. Mevcut sistemde tek adamlık eğiliminin çıkma ihtimali daha fazla. Ama önerilen sistemde bunu teşvik edecek hiçbir şey yok.