(ANKARA) - CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Kobani Davası kararlarına ilişkin, "Bu dava bir siyasi dava. Olay olduktan sonra beş yıl sonra açıldıysa bir dava ve iddianamesi de doğrudan bir partinin genel başkanı tarafından yıllarca yazıldıysa, sonra dava açıldıysa, bu dava siyasi bir davadır. Uzamasıyla zamanlamasıyla, karar duruşmasının seçim sonrasına bırakılmasıyla, her yönüyle siyaseten kullanılmaya elverişli bir dava. Bu davaya hukuka uygun bir şekilde iddianame hazırlandı, hukuka uygun soruşturma yapıldı, adil yargılama ilkelerine göre yargılama yapıldı diyemez kimse" dedi.
"İlk günden beri takındığım tutumu değiştirecek değilim. Bu dava bir siyasi dava. Olay olduktan sonra beş yıl sonra açıldıysa bir dava ve iddianamesi de doğrudan bir partinin genel başkanı tarafından yıllarca yazıldıysa, sonra dava açıldıysa, bu dava siyasi bir davadır. Uzamasıyla zamanlamasıyla, karar duruşmasının seçim sonrasına bırakılmasıyla, her yönüyle siyaseten kullanılmaya elverişli bir dava. Tabii çok farklı değerlendirmeler yapılabilir. Verilen cezaların bazıları istenene göre çok düşük. Ama tabii burada Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ`a verilen cezalar, görevlerinin başındayken ve bir partinin eş genel başkanlarıyken alınıp da suçlandıkları şey ve bu cezalara baktığınızda kabul edilebilir bir yanı yok. Tabii bir yandan çok simge kadın siyasetçilerin yattıkları kadarına denk gelecek şekilde, bugün tahliye ile sonuçlanacak kararlar almış olmaları, bazı beraat kararları önemli ama böyle dönüp geriye doğru baktığınızda mesela hepsi birden neyle suçlanıyordu? Yasin Börü`nün katili olmak değil mi? En çok konuşulan şey. Her biri, Börü`nün ölümünden sorumlu olma suçundan beraat ettiler. Yani bu dava siyaseten ne kadar çok kullanıldı ve bugün geldiğimiz noktada Börü`nün katilleri dediklerine mahkeme Yasin Börü`nün ölümünden sorumlu olmadıklarını söyledi. O yüzden bu davayı bir hukuki dava gibi değerlendirmek yerine, tabi bir partinin genel başkanı olmasam her beraat edenleri, yattığı yeterli görülüp bırakılanları ve ağır cezalar alanları hangi kategorilerde değerlendirmek gerektiği üzerine farklı beyin jimnastikleri yapabilirim ama kim ne derse desin bu davada bir hukuk yok. Yargılama süreci bir kere hukuki değil. Çok yakından takip ettik. Arkadaşlarımız oradaydı. İstinaf ve Yargıtay aşamalarını dikkatle takip edeceğiz. O aşamaların da son derece manipülasyona açık aşamalar olduğu gün gibi aşikar. Bu davaya hukuka uygun bir şekilde iddianame hazırlandı, hukuka uygun soruşturma yapıldı, adil yargılama ilkelerine göre yargılama yapıldı diyemez kimse. Bunu böyle yorumlamak lazım. Şu karara sevindim bu karara üzüldüm demenin de çok bir manası yok. Topyekun bir hukuksuzluğa işaret etmek gerekiyor.
“EĞER BU SORUŞTURMA GERÇEKTEN DÖR BAŞI MAMUR YÜRÜYECEKSE SOYLU HAKKINDA BİR FEZLEKE HAZIRLANACAK"
Özgür Özel, Ayhan Bora Kaplan soruşturmasıyla ilgili gelişmeler konusunda da değerlendirmelerde bulundu. Özel şöyle konuştu:
Ayhan Bora Kaplan meselesini konuşacaksak işin şu tarafını bir kısaca hatırlamak gerekiyor. Ayhan Bora Kaplan, aileden birisi ile birlikte Kızılay`ın ortasında korsan CD satan birisidir. Gelirler kendisinden haraç isterler. Bu haracı vermeyi reddeder. Ağabeyini tartaklarlar. Bu da tartaklayanı ayağından vurarak hapse düşer belli bir süre. İçeride uyuşturucu mafyasıyla tanışır. Çıkar ve Ankara`da torbacılıkla başlayan, sonra işte belli torbacıların amirliği... Uyuşturucu ticaretine yön veren birisidir Ayhan Bora Kaplan. Böyle bir kişi. Daha sonra tabii ucu başka yerlere dokunduğu için bazı suçların çok üzerinde durulmuyor ama Ayhan Bora Kaplan dosyası enine boyuna tartışıldığında burada tabii ki tehdit, adam kaçırma, şantaj, bir sürü şey ayrıca devlete emanet yurtlardaki 18 yaşına yaklaşan devlet korumasındaki kimsesiz genç kızların iş bulma, çalıştırılma vaadi ile ilk önce garsonluk ardından ‘Daha iyi para lokantada var.` Yok, ‘İçkili lokanta` derken felaket bir şeyin içine sokuldu. Bütün bu rezilliklerin içinde hepsi birden var. Ama bu Ayhan Bora Kaplan... Benim yanımdan giden biri bununla buluştu. Ne gün? 15 Temmuz gecesi. Biz 15 Temmuz gecesi muhataplarımızı aradık. Genel merkezde toplanmıştık 14 kişi. Meclis`in açılması gerekir, bütün darbeler Meclis`i kapatır. Meclis kapalı yakalandı. Gelirler, burayı sararlar, Meclis`i ele geçirmiş olurlar. Biz Meclis`i açıp buradan direnelim dedik. Muhataplarımızı aradık. Meclis Başkanını, başkanvekillerini. Hatta geçen Cumhurbaşkanı görüşmesinde Sayın Elitaş da oradaydı. Dedim Elitaş`ı da aradım, kendisi Kayseri ile başkanlığındaydı. ‘Doğru` dedi Elitaş, ‘Çok iyi hatırlıyorsunuz.` Ve döndük dolaştık, Meclis`e gittik. Meclis`te ilk konuşmayı Meclis Başkanı, ikinci konuşmayı ben, üçüncü konuşmayı Mehmet Muş, sonra Erkan Akçay yetişti, dördüncü konuşmayı Erkan Akçay yaptı. Sonra Bekir Bozdağ konuştu Bakan olarak. Dikkat de ediliyor o gece bir iktidar bir muhalefet birlik beraberlik halinde. Bozdağ kürsüden konuştu. O sırada bizim yanılmıyorsam Levent Gök konuştu. Süleyman Soylu da orada oturuyor. Ben Süleyman Bey de konuşsun dedim. O zaman Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı kendisi. İçişleri Bakanı filan değil. Kalktı geldi kürsüye ve Meclis Başkanı`na dedi ki ‘Benim zamanım geldi. Arkadaşlarla, gençlerle TRT`nin önünde buluşacağım` dedi. Bu lafı dün gibi hatırlıyorum. Oradaki herkes de hatırlıyordur. Tabii o an için önemli bir şey değildi. Sonradan Süleyman Soylu`nun TRT`nin önüne gittiği, TRT`yi geri almak için bir mücadeleye giriştiği, sonra sonra kayıp silahlar konusunda TRT`nin önünde buluştuğu bir takım sivil kişilere silah dağıttığı, bu tartışmalar yapıldı. Sonra o kişilerin Ayhan Bora Kaplan`ın adamları olduğu ortaya çıktı.
Şimdi Ayhan Bora Kaplan korsan CD`ci, torbacı, uyuşturucu, gasp filan ve sonra Süleyman Soylu ile TRT`nin önünde randevulaşma. Sonrasında ise darbe girişiminden bir süre sonra Süleyman Soylu İçişleri Bakanı oluyor. Ardından da Soylu`nun o çok tartışmalı süreci. Ayhan Bora Kaplan`ın himaye edildiğine ilişkin iddialar çok ciddi. Ve bu süreçte herkes birbirini suçlarken aslında gizli özne diyebileceklerimizden birisi de Süleyman Soylu. O yüzden eğer bu soruşturma gerçekten dört başı mahmur yürüyecekse Soylu hakkında bir fezleke hazırlanacak. Gelecek, oy birliği ile karma komisyondan geçecek.
“SÜLEYMAN SOYLU`YU YÜCE DİVAN`A ÇIKARMAZSANIZ BU OLAYIN ÜSTÜ KAPALI KALIR”
Dokunulmazlığı kaldırılacak ve yargı önünde sorulan soruları cevaplayacak ki bu olay gerçekten çözülebilsin. Şimdi siz Süleyman Soylu`yu İçişleri Komisyonu Başkanlığı sıfatı ile ve dokunulmazlıkla o sürecin zaten bakan dokunulmazlığı var. Süleyman Soylu hakkında bir soruşturma komisyonu kurulmasını önermezseniz, dokunulmazlığını kaldırmazsanız, Meclis`te oluşturulacak bir komisyon, savcı sıfatı ile gerekeni yapmaz ve Soylu`yu Yüce Divan`ın önüne çıkarmazsanız bu olayın zaten en önemli kısımlarından bir tanesi üstü kapalı kalır.
“BÖYLE BİR SAHNE MAFYA FİLMLERİNDE DE OLMAZ"
Mafya filmlerini benzettiniz ama şöyle bir sahne mafya filmlerinde de olamaz. Ayhan Bora Kaplan`ın parasına, işine çöktüğü bir müşteki, şikayet etmek için Ankara Emniyet Müdürlüğü`ne geliyor. Müdürlüğün özel otoparkında kendisini Ayhan Bora Kaplan, Serdar Sertçelik ve adamları ellerinde uzun namlulu silahlarla karşılıyorlar ve adamı arabanın bagajına sokup sorgulamaya götürüyorlar
Bugünün tartışması şu. Bir partinin Genel Başkanı Sayın Bahçeli ve ülkenin İçişleri Bakanı açıklama yapıyorlar. Biri tweet atıyor diğeri cevap veriyor. Muğlak muğlak tweetler. Tweetlerde hem çok şey söyleniyor hem hiçbir şey söylenmiyor. Herkes, ‘Cumhurbaşkanımıza ve hükümetimize…` Şimdi burada ve devamında da FETÖ`vari yöntemler diye bitiriyor.
"O ARACIN PLAKASININ İDDİANAMADE OLMAMASI BAŞLI BAŞINA BİR YARGILAMA KONUSUDUR"
Diğer taraftan Süleyman Soylu`nun geçmişte en iyi ilişki içinde olduğu kişi hatta derlerdi ki bir ara Soylu artık AK Parti`nin değil MHP`nin Bakanı olarak konuşuluyordu. Ve son günlerde ortaya çıkan bir şey. Nedir? İddianame yazılmış. Sinan Ateş İddianamesi. İddianamede olaya karışan arabanın her şeyin plakası var ama bir tane araca siyah AUDI diyorlar. Plakası yer almamış. Sonra onun hangi AUDI olabileceğine ilişkin bir fotoğraf ortaya çıktı. Tabii buna erişen arkadaşlar, haber yapan arkadaşlar büyük bir gazetecilik işi yaptılar. Cesaretli bir iş yaptılar o ayrı. Ama ne bunun ortaya çıkarılmasını bir gazetecilik başarısı olarak gören var, iki taraf da bir taraf Soylu`nun işin ucunun kendisine geldiğini düşünerek süreci enfekte etmek için bunu servis ettiğini ve Ali Yerlikaya`nın üzerine yıktığını iddia ediyorlar. Öbür taraf da Ali Yerlikaya, MHP-AKP ilişkisini dinamitlemek ve Süleyman Soylu`yu işin içine katmak için bunu yaptı diyorlar. Ve bu bir suç fotoğrafın servis edilmesi. Oysa suç olması gereken ne? Fotoğrafın gizli kalması. Burası bir hukuk devleti ise iddianamede o aracın plaka numarasının yazılmaması kabul edilemez. Kim kullanıyormuş arabayı? Kim kullanırsa kullansın. Çıkarsa ki CHP Gençlik Kolları Başkanı, alsınlar götürsünler, yargılasınlar, cezasını versinler. Ama hiç şüphe yok araç sizin olsa yazılır. Bir iş adamının olsa yazılır ama Ülkü Ocakları Başkanı`nın kullandığı araç olunca, iddianameye yazılamıyor. Şimdi bu süreç öyle kolay sindirilecek bir süreç değil ama şuna ciddi şekilde ihtiyaç var. O aracın plakasının iddianamede olmaması başlı başına bir yargılama konusudur iddianameyi hazırlayanlar için. Onlara bu telkini yapanlar için. O yüzden Türkiye`nin normalleşmeye ihtiyacı var. Bu muhalefeti yumuşak yapmak demek değildir.
"ŞİMDİ NORMALLEŞME MESELESİNE UYGUN BİR ZEMİN YOK ORTADA"
“Türkiye`nin normalleşmeye ihtiyacı var derken benim bir tane şartım var. Hatta şöyle işi iyice basitleştirelim. gerçekten ben bu normalleşme meselesinin hem Türkiye Cumhuriyeti devletinin gelenekleri açısından, Türkiye`deki insanların hak ettiği yöneticilerin tavırları açısından, siyasi açıdan, stratejik açıdan, bir çok yönüyle önemsiyorum bu meselenin kendisini ama işin özü şu. Bir noktaya indiriliyor. Biz diyoruz normalleşme olmalı. Bir taraf da diyor ki evet olsun, çok iyi olur, bir anayasa değişikliği yapmalıyız. İş buraya düğümleniyor. Ben de diyorum ki bir anayasa değişikliği yapılacaksa eğer o anayasa değişikliği mevcut anayasaya tam uyulduğunda, gerçek bir hukuk devletine dönüldüğü zaman yapılabilir. Şimdi dün yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi. Şimdi normalleşme meselesine uygun bir zemin yok ortada. Siz Yargıtay`da papa seçimi gibi 37`nci tura kadar kalmış bir seçimde turlar arasında iki görüşme yapacaksınız. Adayın biri sizin adayınızın lehine çekilip bir başka talep açacak. Sonra o çekilmeyi Yargıtay üyeleri bile lehine çekildiği halde hazmedemeyip diğer adaya oy verecekler, sonra siz de hani hukuk devleti değil racon devleti olmuş, yine de sözünüzü tutup oylamada ikinci çıkmasına rağmen atayacaksınız. Ve o atadığınız kişi, AYM kararına direnen ve AYM üyelerine suç duyurusunda bulunan kişi. Yani anayasa ihlallerinin cisimleştirilmiş hali. Şimdi anayasaya tam uyum olmadan normalleşme olmaz veya anayasa konusunda mesafe alınamaz diyorum."
“BU ŞARTLAR ALTINDA KİMSEYE GÜVENEMEYİZ”
Özel, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya`nın Ankara Emniyet Müdürlüğünde yaşananların ardından yaptığı açıklamaya ilişkin şunları söyledi:
“Birincisi bir kez daha söylemek lazım: 22 yıllık bir iktidar bir kez daha kendi düşmanını üretti. Onunla kavga ediyor. Herhalde biraz daha devam edecek. Şimdi de güya her yeri temizlediler. Her yeri yaptılar. Burada ek iddialar da var. Aslında MİT`in raporu olduğu, MİT`in raporu ile ilgili 500`ün üzerinde kişiyle ilgili kripto FETÖ soruşturması olduğu, bu kripto FETÖ soruşturmasının bir takım muhataplarının şimdi aksiyon almakta ve operasyonları başlatmakta olduğuna ilişkin bir karşı tez de dolaşıma sokuluyor. Artık böyle siyah iplikle beyaz iplik... Albayrak`ın dediği ‘at izi it izinin birbirine karışma hali`nin üçüncü versiyonunu yaşıyoruz. Zaten birileri de bilerek bunu bu şekilde yapıyor. Bir kez onu görmek lazım. Diğer tarafta benim dikkatimi çeken Sayın Ali Yerlikaya, ‘Cumhurbaşkanı, hükümet ve siyasilerimiz` diyor. Yani ittifakımız demiyor. Ama bir taraftan birileri Cumhurbaşkanımız ve Cumhur İttifakı hedef alınıyor diyor. Yani Cumhur İttifakı`nın hedef alınmasında suçlanan şu anki durumda Ali Yerlikaya. Ali Yerlikaya da FETÖ vari yöntemlerle Cumhurbaşkanı ve hükümetimiz diyor ve siyasilerimiz. Orada ittifakımız filan diyebilecekken siyasilerimiz kelimesini tercih ediyor. Doğrudan bir yere işaret etmiyor. O yüzden burada ‘kime güveneceğiz` dediğinizde, bu şartlar altında biz kimseye güvenemeyiz. Zaten kimse birbirine güvenmiyor. Karşı tarafta bile kimse birbirine güvenmiyor. Ama o zaman şuna ihtiyaç var. Burada Sayın Erdoğan, Sayın Bahçeli bir karar verecek. Biz bu konuda onlar gerçekten hakikate önem verirler, bu meselelerde kurumsal bir sorumlulukları olmadığını ama partilerindeki genel başkan yardımcısıdır, biri bakandır, öbürü eski bakandır. Gerçekten kimse, bu işlerde devleti 2024 yılında bu hale düşüren kimse hesabını versin derlerse, bu iş çözülebilir. Yok, evet kan akmıştır ama burada benim partimden birilerinin sorumluluğu ortaya çıkacaksa bu kan yerde kalmalıdır, bu cinayet görülmemelidir denirse, öbür tarafta yahu bunu da ben atadım, önceki bakanı da ben atadım, emniyet müdürlerini de ben atadım, burada gerçek ortaya çıktığında sorumlu ben olacağım deyip olayın üstü örtülmeye çalışılırsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bundan sonra böyle bir devlet ciddiyetinde kimse görmez. Bütün iyi niyetli yaklaşımlarımıza rağmen ne normalleşme ne yumuşama olur ne kutuplaşma son bulur.
“GEÇEN SENE MAYIS AYINDA MEMLEKETİN BEKLENTİSİ BU DEĞİLDİ”
Ama şöyle bir şey var, şunu bilsinler: Bu memleketin çok önemli sorunları var. Anayasaya göre iki iktidar alanı var ülkede. Bir mahalli idareler, iki merkezi yönetim. Geçen sene mayıs ayında merkezi yönetimi ikinci turda da olsa yani salt çoğunlukla -ilk başta yüzde 50+1 ile olmasa da meri anayasanın ilgili hükmü gereğince, Sayın Erdoğan`a yürütme görevi verdi. Beklentisi bugünkü tablo değildi. Milletin beklentisi enflasyonun düşmesi, hayat pahalılığının durması, emekli maaşlarının artması, öğretmenlerin atanması, bütün mağduriyet alanlarının, staj mağdurlarını, çıraklık mağdurlarının, askeri personelin, sivil personelin. Birçok talepleri var herkesin. Bu dururken burada biz bununla meşgulüz. Bu kabul edebileceğimiz bir şey değil. Biz bunu dikkatle takip ediyoruz. Gördünüz, yani daha geçen hafta Sayın Bahçeli, ondan önceki hafta Sayın Erdoğan ile son derece de yapıcı üslupta görüşmelerimiz de oldu. Ama onlar bu kargaşayı ve bunun üstünü örtmeyi, bu tartışmalarla memleket meşgul olacak. Öbür meseleler konuşulmayacaksa bir kez bu olmaz.
“YETKİLENDİRDİKLERİ KİŞİLER SİSTEM KRİZİNE İŞARET EDİYOR”
İki: O meseleler çözülsün diye yetki alanlar, kamu yönetimini bu kadar elleri ve yüzlerine bulaştırıyorlarsa, yetkilendirdikleri kişiler ki bu aslında doğru yerden tartışmak gerekirse bir sistem krizine işaret ediyor. Bakanların sadece Meclis`teki kürsüyü emaneten yemin etmek için bir kere kullandıkları, sözlü soru denetiminden muaf oldukları, gen soru veremediğiniz, hesap soramadığınız, yüzüne her şeyi söyleyip cevap bekleyemediğiniz bir sistemde, kara batak gibi bakanı atıyorsun, o batıyor. O bataklıkla kiminle temas ediyor. Bunu önceki İçişleri Bakanı için söylüyorum, bugünkü İçişleri Bakanı için bunu söyleyecek bir verim, şüphem yok şu anda elimde. O bataklıkta kiminle haşır neşir bilmiyoruz. Sonra bir gün bir yerden kafasını çıkarıyor. Olanca çamuruyla birlikte, sonra da etrafını kirletmeye başlıyor. O yüzden mutlaka ve mutlaka, bu ülkenin hukuk devletine dönmesi, demokrasiye dönmesi lazım ama burada bir liderlik olacaksa bu ülkeyi yöneten ittifakın liderleri, onun kaşına ve bunun gözüne bakmayacak. Bakıyorlarsa o zaman kurumsal olarak bu rezaletin içinde olduklarını kendileri kabul eder. Son günlerde yaşadıklarımdan sonra bu konuda iyimser olduğumu söyleyemeyeceğim.
“MESAFE ALABİLECEĞİMİZİ UMUYORDUM”
Özel, “Erdoğan ve Bahçeli görüşmelerinden varmak istediğiniz hedef nedir” sorusuna şu yanıtı verdi:
Birincisi şu, Sayın Erdoğan ile yaptığımız görüşmeden sonra ihtiyatlı bir iyimserlik halinde olduğumu söylemiştim. Benim Sayın Erdoğan ile yaptığım görüşmenin kamuoyuna yansıyan kısımlarını zaten söyledik. Ben şöyle bir temel prensip söyledim: Hem olağanüstü olaylar olduğunda, örneğin Antalya`nın Manavgat ilçesinde ilçe emniyet müdürü bir iş yapıyor. Burada benim milli eğitimden sorumlu genel başkan yardımcım, gölge kabinedeki milli eğitim bakanım ile sizin Milli Eğitim Bakanınız önce konuşsunlar. Eğer oraya bir işlem yapacaksanız, o konu hakkında bir atamadır geri alacaksanız. Meseleyi çözecekseniz. Mağdura sahip çıkacaksanız, biz o konuda bir şey demeyelim önce. Yok değilse en sert siyaseti yapalım. Çünkü doğrudan yaptığımızda medyanın bir kısmı, sonra onu savunmak için öbür kısmı... Hakikat arada kaybolup gidiyor. Mağdurlar hakkını arıyor mu? Bir temas olsun, bakanlar ve gölge bakanlar arasında, bunu tüm alanlarda yapalım ve sonrasında siyasetimizi yapalım, en sert muhalefetimizi yapalım. Bu konuda aslında mesafe alabileceğimizi umuyordum. Ayrıca şunu söyleyeyim: Benim tabii bütün görüşmeyi ve aldığım cevapları, bütün detaylarıyla paylaşmam müzakere tekniği açısından doğru bir şey değil. O görüşmede sayın büyükelçiler not tuttu, tamamen kayıt altında ve bir nüshası genel başkanlıktaki çelik kasada olmak üzere partinin arşivine de kapalı bir zarf ile teslim edildi.
“KEMERİ ASGARİ ÜCRETLİYE SIKTIRACAKSIN. BEN BUNA MİTİNG DE YAPARIM YÜRÜYÜŞ DE”
Temkinli bir iyimserlik içinde çıktım. CHP Genel Merkezine bir iadeyi ziyaret yapılacak. Koltuk meselesi konuşulduktan sonra böyle yapalım dendi, uygun olacağını söyledim. Devamında benim ifadelerim oldu. Biraz önce söylediğim sorun alanları... Örneğin emekliye zam yapılacaksa hep birlikte oy verelim. Yapılmayacaksa biz emekli mitingi yapıyoruz. Öğretmen ataması; 68 bin öğretmenler istiyordu. Ben dedim ki norm kadro boşluğu 94 bin ve 20 bin de emekli var. 124 bin, 120 bin öğretmen atanırsa desteklerim. Atanmazsa siyasetin gereği muhalefetimi yaparım. Temmuz ayında asgari ücrete zam gelecek. Bu konuda asgari ücret alan için çok düşük, veren için çok yüksek. Büyük bir açmaz içindeyiz. Buna devletin bir çözüm bulup asgari ücreti önce artırması ama esnaf ve KOBİ`ye, küçük üreticiye, para kazanmayana da yük olmaktan çıkarması lazım. Bunu birlikte çalışalım. Yok biz kemer sıkıyoruz, veremeyiz. Verginin yüzde 11`ini gerçek kazananlardan alacaksın. Kemeri asgari ücretliye sıktıracaksın. Ben buna miting de yaparım yürüyüş de yaparım eylem de yaparım. Bu konularda mesafe alabileceğimiz alanlar olduğunu düşünüyordum.
“BİZ USUL DAHİ TARTIŞMIYORUZ. ÇÜNKÜ BENİM ŞARTIM MEVCUT ANAYASAYA TAM UYUM”
Ayrıca benim önüme anayasa geldiği için, hem Sayın Kurtulmuş, hem Sayın Erdoğan benzer ifadelerle bu Meclis`in anayasa yapacak güçte olduğunu ve birlikte bir sivil anayasa yapmaya bizi davet ettiklerinde, ben kendilerine mevcut anayasaya tam uyumu söyledim. Hatta dedim ki ‘Anayasalar herkesin üzerine uyacak mucizevi kıyafetlerdir.` İyi anayasayı kim giyse üstüne uyar. Ben bırakın içerik, usul bile tartışmadım. Numan Bey bize mayıs sonuna kadar demişti, DEM Parti çıkışında haziran sonu diye söyledi ve revize etti tarihi. ‘İki ay içinde usule yönelik önerileri alalım, çalışalım, ekimde içeriğe başlayalım` diyor. Biz usul dahi tartışmıyoruz çünkü bir anayasa tartışmasının içine girmek için benim ön şartım şu: Mevcut anayasaya tam uyum. Uyulmayacak bir anayasa niye yapalım? Anayasaya uyum konusunda bir güvence meselesini ayrıca tartışalım. O teknik bir mesele ama ben ne Sayın Erdoğan, ne Sayın Bahçeli ile yaptığım görüşmelerde bırakın anayasa ile ilgili esasa, usule bile şöyle olabilir, böyle olabilir, ben sadece anayasaya uyun, anayasaya uyun dediğinizde AİHM kararları var, Anayasa Mahkemesi kararları var. Anayasa Mahkemesi`nin bağlayıcılığını kabul etmemek ve hatta mahkemenin kapatılmasına yönelik çağrılar var. Şimdi bu şartlar altında bir anayasa masasına oturmak nasıl mümkün olabilir?
“BİZ 17,5 MİLYON KİŞİYİZ. ONLARIN İKNA OLMADIĞI BİR MASAYA BEN OTURMAM”
Bir masa kuruldu. Ben de Özgür Özel olarak kalktım, geldim ve oturdum. Biz son seçimde 17 milyon 500 bin kişiyiz. Sadece sandıkta buluştuklarımız. 17 milyon 449 bin 999`u ayakta kalır. O masaya Özgür Özel, 17,5 milyon kişiyi ikna etmeden oturamaz. Özgür Özel`in öyle bir lüksü yok. Bana bugünkü 31 Mart seçimlerinden sonra siyaseten parti güçlendi, biz güçlendik. Elbette siyasetin gereği bu. Birinci partinin lideri, 30 Mart`a göre çok daha güçlüdür siyasette. Ama bu gücü bana 31 Mart sabahı yataktan kalktın da bir mucize oldu da güçlendin değil ki. 17,5 milyon insan verdi. Onların ikna olmadığı bir masaya ben oturamam. Tek başıma otururum, 17 milyon 499 bin 999 kişi ayaktaysa zaten o anayasa, anayasa değildir.”
“ERDOĞAN`IN ZİYARETİ HAZİRANIN İLK HAFTASI OLACAK GİBİ ANLADIM”
Özel, “Erdoğan ne zaman sizi ziyaret edecek” sorusunu şöyle yanıtladı:
“Benim o konuda bir fikrim yok. Geçen haftalarda, bu hafta için dediler ama ben sanki haziranın ilk haftası gibi anladım genel değerlendirmelerinden. Yakında gideceğiz diye bir değerlendirmede bulunmuşlar. Ben dış politikadaki temaslarımdan, dış ilişkilerden bahsettim. Bu ülkenin 20 yıl öncesine kadar şöyle bir geleneği vardı. Ana muhalefet partisi Almanya`ya gidiyorsa, Dışişleri Bakanı ya da yardımcılarından brifing alırdı. Müsteşardan, müsteşar yardımcısından brifing alırdı. Her şey gazetelerde yazmıyor. Almanya ile örneğin şu anda örneğin eurofighterda ne konuştunuz bilmiyoruz. Ben gittiğimde benim oradaki siyasi akrabam, Olaf Scholz Almanya Başbakanı şu anda. Steinmeier Almanya Cumhurbaşkanı, SPD kökenli. İspanya Başbakanının ben yardımcısıyım, Sosyalist Enternasyonalde. Gerçekten Türkiye`nin menfaatine olan konularda benim bilgilendireceksiniz ki ben de gidip oradan sonuç alacağım. Sonra da size brifing alıyorsam, dönüşte de bilgi vereceğiz. Dışişleri Bakanlığı`na gelecek dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcım, ‘Şunları görüştük, biz şunu dedik, şu bunu dedi. İzlenimiz budur. Olay budur` diyecek. Türkiye bunu 70`lerde yapıyordu. Bunun üstüne hemen değil ama benim konuşmam bittikten sonra kendi değerlendirmeleri sırasında, bir talimat verircesine, Sayın Erdoğan, özel kalem müdürüne dedi ki ‘Dışişleri Bakanı ve hatta Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı, Sayın Genel Başkanı ihtiyaç duyduğu hallerde ve kendileri gerekli gördüğü hallerde Sayın Başkana malumat versinler` diye söyledi.
“ALİ YERLİKAYA İLE BİRKAÇ KEZ GÖRÜŞTÜM”
O günden sonra Ali Yerlikaya ile ben birkaç kez görüştüm. Cumartesi Annelerinin 1000`inci günü geliyor. Anneler beni ziyaret etti. Ali Yerlikaya`dan da rica ettim. O da sağ olsun bir randevu verecekti, annelerle görüşecekti. Birkaç hususta görüştük. O beni aradı. Hatta bir hafta önceki görüşmemiz not olarak kalmış, bizimkiler onlar aradı diyor. Bir sabah gündemsiz bir görüşmemiz de oldu. Ama beklerim bugünlerde gelsinler ve bize bir şu oluyor, bu oluyor...Burada samimi davranmak gerekirse, ortalıkta dönen toz bulutuna bakarsanız, İçişleri Bakanı gelip de ne anlatacak ki? Bir hukuk devletinde işlediği gibi işlemiyor süreç. Sayın Yerlikaya ile iletişimimizin boyutuna baktığımızda, bir konuda bilgi istediğimizde gelip o bilgilendirmeyi yapmaya yatkın bir iletişim içindeyiz. Kendisine haksızlık etmek istemem ama bu konuda öyle bir pozisyonda ki hem bir soruşturmanın başında, yani sorumlu olduğu bakanlıkta yürüyor, bir yandan kovuşturma aşamasına geçmiş olan ve halen daha yeni delillerin çıkması söz konusu bir başka soruşturma var. Bir yandan da itham ediliyor. Öyle olunca, hani kendisi böyle bir bilgilendirme yapmak isteyip gelse ve anlatsa çok memnun olurum. Siyaseten benim bir desteğime ihtiyaç duyarsa onu da veririm. Bir yandan hedefte iki tez var. Bu konuda kesin bir yargı yapabilecek kadar bilgim yok. Belki birazcık istisnai bir, iki mevzu daha var.
“DOĞRU VE İYİYE DOĞRU ATILACAK HER ADIMDA BİZ MUHALEFET OLARAK HER TÜRLÜ DESTEĞİ VERİRİZ”
Şu anda ortaya çıkmayan ama koruma altında olan çocuklarla ilgili meseleler var. Onun dışında ben açık söyleyeyim: Eğer Sayın Erdoğan gelip ‘Yahu böyle bir işin içine girdik, sorumlusu kimse ortaya çıksın. Siyasi bir destek verin` derse ona da destek vermeye hazırım. Sayın Bahçeli derse ki ‘Yahu böyle bir işin içindeyiz, bu işten hep beraber sıyrılmamız lazım.` Kendisine de en net desteği vermeye razıyım. Sayın Ali Yerlikaya da gelip bir sunum yaparsa ve haklıyı, haksızı ayırmaya katkı sağlayacak bir kamuoyu desteği isterse, orada da destek veririm. Ben bugün Sayın Dervişoğlu ile beraber görüştüm. Doğru ve iyiye doğru atılacak her adımda biz muhalefet olarak her türlü desteği veririz. Hep öyle yaptık geçmişte de. Bu kadar muğlaklıktan ne DEM Parti ne İYİ Parti ne Saadet, ne biz... Gelsinler Meclis`te komisyon kuralım. Onların belki kendi pozisyonları gereği yapamadıklarını hep birlikte yapalım. Adına temiz eller mi denir, arınma mı denir, normalleşmek için hukuka dönüş mü denir? Hakikaten herkes birbirine operasyon çekiyor. Hukuka dönüş operasyonunun, Meclis eliyle yapılması lazım. Başka türlü olmayacak bu iş.
“DESTEĞE İHTİYAÇLARI VARSA GELSİNLER. BİR TEK TALEBİM VAR: ADALET”
Gerçekten Sayın Erdoğan, davet etsin, liderler zirvesi olsun. Gidelim, oturalım. Kapılı kapılar ardında bütün siyasi liderler konuşalım. Buradan Sayın Erdoğan`ın sorumluluğu yoktur, Sayın Bahçeli bu işlerin dışındadır, haberleri yok demiyorum. Ama bazen öyle olur ki liderler öyle bir işin içinde kalırlar. Tek başlarına o işin altından çıkmak, kendilerini siyasi mesuliyet altına sokacak diye cesaret edemezler. Böyle bir cesarete ihtiyaçları varsa ben onlara destek olacağım. Ama gelsinler. Türkiye`yi gerçekten artık insanları savcısına güvendiği, emniyet müdürüne güvendiği, soruşturma ve kovuşturmasına güvendiği bir hukuk devletine bu ülkeyi kavuşturalım diyorlarsa benden kayıtsız, şartsız destek. Bir tek talebim var. Adalet, adalet.
"YURT DIŞINDAN KENTSEL DÖNÜŞÜM KREDİSİ BULMUŞUZ,METRO KREDİSİ BULMUŞUZ; İMZADA BEKLİYOR"
Kamuda Tasarruf Genelgesi`nde `Her türlü kamu yatırımında yüzde 15 kesintiye gidilecek` diyor. Bizim; İller Bankası`nda, Bakanlıklar ve Cumhurbaşkanı önünde bekleyen imzalarımız var. Yurt dışından kentsel dönüşüm kredisi bulmuşuz, imzada bekliyor. Metro kredisi bulmuşuz, imzada bekliyor. Bir de yatırımlarda yüzde 15 tasarruf. Bizi kısıtlamaya yönelik bu tip işleri doğru bulmuyoruz ve buna itiraz ediyoruz. İdari yargı bakımından böyle şeyler olursa hüküm ve sonuç doğurduğu anda mahkemeye de taşırız bunu. Eğer ki genelge benim belediyemin kendi yarattığı kaynakla hizmet etmesini engelleme yönünde kötüye kullanılmaya kalkarsa bunu önce yargıya taşırım, sonra da millete şikayet ederim.
"BELEDİYE BAŞKANI NASIL İTFAİYE ARACI KULLANMIYORSA YANGIN ÇIKTIĞINDA ARAPÇA TALEBAYI SÖKMEK DE İŞİ DEĞİL"
Türkiye`de yaşayan Türklerin doğum hızı 1.45`e düştü. Bu, Suriyeliler için 5.65. Bu 20 yıl sonra 25 milyon Suriyeli demek. Bu gerçekten bir ülkenin şehirlerin demografisi açısından çok büyük risk. Tedbir almak lazım. Ayrıca Tabela Kanunu`na aykırı tabelalar rastgele asamazlar. Ama bu yolu yöntemi kanuna göre ihtarda bulun, kendisinin sökmesi lazım. Sökmüyorsa zabıta yolla, uyar. En sonunda usulüne uygun söktür ama İngilizceyi de söktür Arapçayı da. Bunu söyledim. Dedim ki `Burada belediye başkanı nasıl itfaiye kullanmıyorsa yangın çıktığında, nasıl su patladığında gidip de vanayı kapatmıyorsa, onu sökmek de sizin işiniz değil.`"