Haber: NİSANUR YILDIRIM / Kamera: ONUR BİNGÖL
Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu, “Hukukun en önemli özelliği öngörülebilir olmasıdır. Yapmış olduğunuz bir eylem karşısında ne ile karşılaşacağınızı bilmektir. Ama avukat Can Atalay özelinde yaşadığımız durum, hukukun öngörülebilirliğinin kalmadığı. Çünkü açık açık bir Anayasa hükmünün dahi uygulanmadığını görüyorsunuz. Anayasa Mahkemesi`nin verdiği karar açık. Ama bu karara rağmen yargı makamlarının kararın gereğini yerine getirmemesi en hafif deyimiyle hadsizliktir herhalde. Gerçekten ‘Yetti artık` demek istiyor insan. O yüzden beklentimiz, Can Atalay`ın mahkeme kararının gereği yerine getirilerek Meclis`teki yerinin almasını sağlanması” dedi. Köroğlu, “Son olayda yaşanan sürecin buraya getirmek olduğunu düşünüyorum. Anayasa Mahkemesi üzerine bir tartışma açmak, Anayasa Mahkemesi`nin varlığını ve belki varlığını, niteliğini değiştirmeye çalışmak için yapıyorlar bunu. İstemediği bir kurum kuruluş olduğu zaman önce onunla ilgili bir tartışma açarak varlığını sorgulatır hale getirerek, ondan sonra da o konuda gerekli düzenlemeleri yapmaya çalışıyorlar. 2024`te de muhtemelen yılın başından itibaren Medeni Kanun, yeni bir Anayasa tartışması, Anayasa Mahkemesi`ni içine alacak şekilde bir mücadelenin başladığını göreceğiz” diye konuştu.
Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu, 2023 yılında hukuk ve yargıda yaşanan gelişmeleri ANKA Haber Ajansı`na değerlendirdi. Köroğlu, Can Atalay dosyasında bundan sonra yaşanacak süreç, AYM-Yargıtay krizi, yeni Anayasa tartışmaları, yargıda rüşvet iddiaları, dolandırıcılık, kara para aklama, çete operasyonları, Seçil Erzan davası ve Sinan Ateş cinayeti hakkında konuştu. Köroğlu, şunları söyledi:
“İKTİDARIN YARGIYI, BİR BASKI ARACI OLARAK KULLANDIĞINI VE KENDİ KONTROLÜNDE OLAN BİR YARGI OLUŞTURMA ÇABASI İÇİNDE OLDUĞUNA ŞAHİT OLDUK”
“2023 her anlamda zor bir yıl oldu. Hem meslektaşlarımız hem vatandaşlarımız açısından en başta ekonomik zorluklarla mücadele ederken üzerine bir de bildiğiniz üzere bir afeti, depremi yaşadık ve depremden öğrendiğimiz tek şey travmalar karşısında en sağaltıcı iklim, en güçlü iklimin dayanışma olduğu. Bu anlamda meslektaşlarımız arasında dayanışma ve desteğin önemini kavradık. Bunun yeni yılda da devam etmesini arzu ediyoruz. Ancak tüm bu sıkıntılarla mücadele ederken gördük ki özellikle iktidarın yargıyı, bir baskı aracı olarak kullandığını ve kendi kontrolünde olan bir yargı oluşturma çabası içinde olduğuna şahit olduk. Yine yılın son günlerine doğru özellikle Türk Medeni Kanunu alanında yapılmak istenen çalışmaların aslında tüm STK`ların, diğer örgütlerin, üniversitelerin de davet edildiği bir ortamda tartışılacağı söylenmesine rağmen Ankara`da yapılan bir çalıştaya Ankara Barosu olarak davet edilmedik. Bu da aslında meşru bir zemine oturtma çalışmasının bir algı olduğunu, mutabakata dayalı bir medeni kanun çalışması yapılmadığını gördük.
“YEREL MAHKEME İSTANBUL`DA HALEN TOPU YARGITAY`A ATMAYA DEVAM EDİYOR. HUKUK DEVLETİNİN NE YAZIK Kİ OLMADIĞINI ÇOK CAN YAKICI BİR ŞEKİLDE YAŞIYORUZ”
Uzun süre gündemimizi meşgul eden ve halen devam eden başka bir mağduriyetin şahidiyiz. O da aslında devletin varlığının garantisi olan, dayanağı olan Anayasa`nın yok sayılması, askıya alınması. Can Atalay özelinde yaşadık ki kişilerin ve seçili grupların bireysel görüşleri ve istekleri doğrultusunda şekillenen bir yargı var. Anayasa Mahkemesi`nin vermiş olduğu bir ihlal kararının gereği yerel mahkeme tarafından yerine getirilmedi. Top, Yargıtay`a atıldı. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, Anayasa Mahkemesi kararını tanımadı. Üstelik o kişiler hakkında suç duyurusunda bulunacağını belirtti. Bunun üzerine en son Anayasa Mahkemesi ikinci kez Can Atalay hakkında ‘hak ihlali` olduğu tespitini ve mahkeme kararının gereğinin yerine getirilmesi gerektiğini ifade etmesine rağmen yerel mahkeme İstanbul`da halen topu Yargıtay`a atmaya devam ediyor. Özellikle hukuk devletinin ne yazık ki olmadığını çok can yakıcı bir şekilde yaşıyoruz.
“AVUKAT CAN ATALAY ÖZELİNDE YAŞADIĞIMIZ DURUM, HUKUKUN ÖNGÖRÜLEBİLİRLİĞİNİN KALMADIĞI”
Bir ülkede yaşayan vatandaşın en büyük isteği, özellikle de hukuk söz konusu olduğunda nedir? Sorduğunuz sorunun içerisindeki bir kelimeden dolayı bunu ifade etmek istiyorum. ‘Öngörülebilir` bir ülkede yaşamak. Hukukun en önemli özelliği öngörülebilir olmasıdır. Yapmış olduğunuz bir eylem karşısında ne ile karşılaşacağınızı bilmektir. Hukuk bunu söyler. Ama avukat Can Atalay özelinde yaşadığımız durum, hukukun öngörülebilirliğinin kalmadığı. Çünkü açık açık bir Anayasa hükmünün dahi uygulanmadığını görüyorsunuz. O yüzden bir hukukçu olarak ‘Neyi öngörüyorsunuz?` derseniz zaten yasa açık. Anayasa Mahkemesi`nin verdiği karar açık, o kararın uygulanması gerektiğini söyleyebilirim. Ama bu karara rağmen yargı makamlarının kararın gereğini yerine getirmemesi en hafif deyimiyle hadsizliktir herhalde. Kelimeleri de düzgün seçerek kullanmaya çalışıyorum ama burada öngörülebilirlik kalmadı. Yapılması gereken var. Düşünün Hatay halkının yüzde 11`inin oyunu almış, 105 bin oy almış bir milletvekili Meclis`te olup özellikle de deprem gibi bir süreci yaşamış Hatay halkı için orada olup çalışması gerekirken, bu haktan mahrum bırakılıyor ve aslında Hatay halkı cezalandırılıyor. Depremin yaralarının sarılacağı bir kent ne yazık ki kişilerin hukuk tanımaz tavrı nedeniyle halen içeride tutsak tutuluyor. Gerçekten ‘Yetti artık` demek istiyor insan. O yüzden beklentimiz Can Atalay`ın mahkeme kararının gereği yerine getirilerek Meclis`teki yerinin almasını sağlanması.
“HERKESİN ŞUNU ANLAMASI LAZIM. BU HUKUKUN TANINMAMASI YARIN HER ALANDA KENDİ BAŞLARINA GELECEKTİR”
Kamuoyunun şunu anlaması gerekiyor aslında. Can Atalay kararı üzerinden yaşadığımız hukuki süreç daha da önemli bir hukuk devletinin askıya alınması. Hukuk devletinde yaşıyor olmak, kuralların uygulanabilmesi bütün vatandaşlar için önemlidir. O yüzden herkesin şunu anlaması lazım. Bu hukukun tanınmaması yarın her alanda kendi başlarına gelecektir. Tabii ki vatandaşlar da buna bir tepki göstermeli. Herkes aslında şu anda ekonomik zorluklarla mücadele veriyor. Bir yaşam mücadelesi veriyor. Bunu yaparken diğer taraftan bir kişinin tutsaklığının aslında bir Anayasa hükmünün uygulanmayarak ihlal edilmesinden öte, Anayasa`nın uygulanmaması bir temel hak ve özgürlükleri baz alan bir temel metnin dikkate alınmaması anlamında çok ciddi bir sorundur. Bütün vatandaşların bunu anlaması gerekiyor ve buna tepki göstermeleri gerekiyor. Bunun için çağrıda bulunmaları, kamuoyu oluşturmaları, bu konuyu gündemde tutup bir seçime bağlı demokrasinin sonucuna bağlı olarak, Can Atalay`ın milletvekili olarak mecliste olması gerektiğini ifade etmeleri gerekiyor.
“TOPU YARGITAY`A ATTILAR. EN BAŞTA ONLARIN GÖREVDEN EL ÇEKTİRİLMESİ LAZIM”
İstanbul`daki Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında, en başta ikinci kez ihlal kararının gereğini de yerine getirmeyip yine adeta topu Yargıtay`a attılar. En başta onların görevden el çektirilmesi lazım. Ondan sonra da Yargıtay üyeleriyle ilgi olarak, Yargıtay Başkanlığının süreç başlatması lazım, geç bile kaldılar. Hukuku uygulamamakta direnen, Anayasa`ya açıkça aykırı davranan ve davranacağını da ilan edenler hakkında kusura bakmasın ama kimse hukuktan büyük veya önce gelmiyor. Herkes kim olursa olsun, vatandaş da Adalet Bakanı da Cumhurbaşkanı da hakim savcısı da herkes hukuka uymak zorunda.
“ANAYASA MAHKEMESİ`NİN KURULDUĞU TARİHTEN İTİBAREN BAKIN. KİMLERİN ÜYE OLDUĞUNUN BU KADAR ÇOK KONUŞULDUĞU AMA ASLINDA KİMLERİN ÜYE OLDUĞUNUN DA BİLİNMEDİĞİ BİR DÖNEM OLDU MU?”
Çok yakın bir zamanda genç bir meslektaşım Bilkent Üniversitesinden Barkın Bey kitap yazdı, bana da hediye getirdi. Anayasa Mahkemesi üyelerinin nitelikleri üzerinden bir tezdi. O kitabı açtığımda da hissettiğim bir şey var. Biz yargıyı, hukuku kişiler üzerinden konuşmak zorunda kalıyoruz çünkü Anayasa Mahkemesi`ne kimin üye seçildiği, kimin başkan olduğu önemli oluyor. Ama hukuk devleti denilen şey de önemli olmaması gerekir. Zühtü Bey`in son dönemde özellikle verilen kararlar bağlamında, Anayasa Mahkemesi kararlarının isabetli olduğunu düşünmekle beraber, Anayasa Mahkemesi geçmişte isabetli olmayan kararlar da verdi. O yüzden kurumları, kişiler üzerinden değil, kim gelirse gelsin kim giderse gitsin yapmaları gereken, hele de Anayasa Mahkemesi gibi bir yerdeyse hukuku uygulamak gerektiği noktasında değerlendirmemiz ve bunu talep etmemiz lazım. Cumhurbaşkanının kimi atadığı önemli olmamalı, o niteliklere haiz kişiler orada olmalı. Ama haklısınız ne yazık ki öyle olmadığı için bu noktaya geldi zaten. Geçmişte Anayasa Mahkemesi`nin kurulduğu tarihten itibaren bakın. Kimlerin üye olduğunun bu kadar çok konuşulduğu ama aslında kimlerin üye olduğunun da bilinmediği bir dönem oldu mu? Eskiden Anayasa Mahkemesi`nin başkanının üyelerinin kim olduğunu bilirdiniz ve saygı duyardınız. Ama bugün gelinen noktada o saygınlığı ne yazık ki yargının siyasetin bir sopası, bir uzvu gibi kullanılması nedeniyle bu noktaya getirdikleri için esas duymaları gereken rahatsızlık ve vicdan azabı tam da burası.
“2024`TE DE MUHTEMELEN YILIN BAŞINDAN İTİBAREN MEDENİ KANUN, YENİ BİR ANAYASA TARTIŞMASI, ANAYASA MAHKEMESİ`Nİ İÇİNE ALACAK ŞEKİLDE BİR MÜCADELENİN BAŞLADIĞINI GÖRECEĞİZ”
Son olayda yaşanan sürecin buraya getirmek olduğunu düşünüyorum. Anayasa Mahkemesi üzerine bir tartışma açmak, Anayasa Mahkemesi`nin varlığını ve belki varlığını, niteliğini değiştirmeye çalışmak için yapıyorlar bunu. Bu ülkede ne yazık ki hep böyle oluyor. Siyaset bunu yapıyor. İstemediği bir kurum kuruluş olduğu zaman önce onunla ilgili bir tartışma açarak varlığını sorgulatır hale getirerek, ondan sonra da o konuda gerekli düzenlemeleri yapmaya çalışıyorlar. 2024`te de muhtemelen yılın başından itibaren Medeni Kanun, yeni bir Anayasa tartışması, Anayasa Mahkemesi`ni içine alacak şekilde bir mücadelenin başladığını göreceğiz. Ankara Barosu olarak bize düşen odur ki biz hukukun tarafı olmaya devam edeceğiz. Anayasa Mahkemesi`nin varlığını savunmaya devam edeceğiz ve elbette ki şu anda askıya aldıkları bir Anayasa`yı ve hukuk devletini savunmaya ve bunun olması gerektiğini herkese anlatmaya göstermeye devam edeceğiz.
“BİR MESLEĞİ TÖHMET ALTINDA BIRAKAN KİŞİLER VARSA ONLAR İÇİN GEREĞİNİN HER ŞEKİLDE YAPILMASI, GEREKİRSE MESLEKTEN İHRAÇ EDİLMELERİ GEREKTİĞİNİ O YARGIÇ VE SAVCILAR DA SÖYLEMELİ”
Her seferinde herhalde en dip noktadayız diye düşünüyoruz ama maalesef daha da dibini görüyoruz. Toplumsal olarak bir çürüme yaşıyoruz her yerde. Bunun son dönemde de en çok yargıda yaşanan halini de gördük, duyduk, biliyoruz. Bir de onun üzerine bahsettiğiniz fenomenler gibi aslında vasatlığı temsil eden kişilerin bu ülkede ne kadar çok konuşulur hale gelmesi, üstelik yapmış oldukları yolsuzluklar üzerinden konuşulur hale geldiğini görüyoruz. Elbette ki bunun olmaması temennimiz, elbette ki yargının bu tarz yolsuzlukla, rüşvetle anılmaması gerektiği. Ama bunu da siz böyle bir şey olduğunda üstünü örterek veya o birkaç kişiyi kararname ile başka yerlere atamış görüntüsü vererek çözemezsiniz. Yargının içerisinde gerçekten hakkıyla dürüst bir biçimde işini yapan binlerce hukukçu var. Onları da zan altında bırakıyorsunuz ama onların da sesini çıkarması gerekiyor. Çünkü bir mesleği töhmet altında bırakan kişiler varsa onlar için gereğinin her şekilde yapılması, gerekirse meslekten ihraç edilmeleri gerektiğini o yargıç ve savcılar da söylemeli. HSK da bunun gereğini yapmalı. HSK sadece ‘Ben bir soruşturma açtım` diyerek bunun bilgisini vererek geçiştirmemeli. Bu toplumda adalet inancının tekrar tesisi için yapmış olduğu şeyleri açık bir şeffaflıkla paylaşıp ve gereğini de yapmalı.
“BU ÇETELER BU ÜLKEDE BU KADAR SÖZ SAHİBİ OLURKEN HERHALDE BİRDEN TOPRAK ALTINDAN ÇIKMADILAR. HERKESÇE BİLİNİYORLARDI, O ZAMAN NİYE BU KİŞİLERE YOL VERİLDİ?”
Elbette ki suç örgütlerinin, çetelerin çökertilmesi yakalanması, Twitter`da buna ilişkin sayıların İçişleri Bakanlığınca ve sayın bakanca paylaşılması güzel olumlu şeyler. Ama bir taraftan da o zaman biz nasıl bir ülkede yaşıyorduk? Zaten kısa bir süre önce yine aynı şekilde İçişleri Bakanlığı içerisinde bu operasyonlar daha önce yapılamaz mıydı? Bu kişiler, bu çeteler bu ülkede bu kadar söz sahibi olurken herhalde birden toprak altından çıkmadılar. Herkesçe biliniyorlardı, o zaman niye bu kişilere yol verildi, izin verildi, gereği yapılmadı diye soruyorsunuz. O anlamda hukuk devleti tekrar söylüyorum şu anda askıya alınmış ve uygulanmayan bir hukuk devleti inşası için çetelerin olmaması lazım, örgütlerin olmaması lazım ve İçişleri Bakanlığının da emniyet birimlerinin de tabii ki görevidir. Bu toplumun huzur içinde yaşamasını sağlamak için.
“SİNAN ATEŞ`İN FAİLLERİ KİM NE OLURSA OLSUN, NEREYE UZANIYORSA UZANSIN, HANGİ SİYASİ ANGAJMANA VEYA BİR PARTİYE UZANIRSA UZANSIN, SORUMLULARININ BULUNUP YARGI ÖNÜNE ÇIKARTILIP CEZALANDIRILMASI GEREKİYOR”
Sinan Ateş`in öldürülmesi gerçekten hepimizin vicdanını yaralayan bir olaydı. Çünkü ne yazık ki Ankara`da, bu ülkenin başkentinde güpegündüz sokak ortasında siyaset de yapan, çok değerli bir akademisyeni, bir babayı, bir eşi katlettiler. Bir yıl oldu bu cinayet hala aydınlatılamadı. Sürekli spekülasyonlara konu oluyor. Dediğiniz gibi devam eden bir soruşturma var. Şu anda bir bilirkişi raporu var. Raporun içeriğine henüz vakıf olmamakla beraber, şunu görüyoruz ki bu cinayetin aydınlatılması en azından o çocukların ve eşinin vicdanında adaletin gerçekleştiğini görme noktasında çok önemli, bu cinayetin elbette ki aydınlatılması gerektiğini, failleri kimse ne olursa olsun, nereye uzanıyorsa uzansın, hangi siyasi angajmana veya bir partiye uzanırsa uzansın, sorumlularının bulunup, tespit edilip adalete ve yargı önüne çıkartılıp cezalandırılması gerekiyor. Bunun en kısa zamanda yapılması gerektiğine inanıyorum.
“BİZİM MESLEKTAŞLARIMIZIN İSİMLERİ KULLANILARAK UZUN ZAMANDIR DOLANDIRICILIK YAPILIYOR. PARALAR İSTENİYOR, TELEFON DOLANDIRICILIĞI, İNTERNET DOLANDIRICILIĞI”
Bunun temelde aslında güvenlikle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede sadece Seçil Erzan dosyası üzerinden değil. Şu anda mesela bizim meslektaşlarımızın isimleri kullanılarak uzun zamandır dolandırıcılık yapılıyor. Paralar isteniyor, telefon dolandırıcılığı, internet dolandırıcılığı. Seçil Erzan başka bir görünümü. Bunun gibi bu ülkede şu anda bir sürü dolandırıcılık türü ortaya çıkmaya başladı. Neden? Toplumsal çürümenin ötesinde, insanların duygularını da isimlerini de kullanarak dolandırdığını görüyorsunuz. Bu noktada yapılması gereken şey, aynen İçişleri Bakanlığının son dönemde yaptığı, çökerttiği çeteler gibi dolandırıcıların da tespit edilmesi bunun için çok ciddi operasyonlar yapılması. Bu noktada açıkçası yargıya bir sitemimiz var. Dolandırıcılıkla ilgili dosyalarda, mesela bizim başımıza geldi meslektaşlarımızın yaşadığı olaylarda çok rahat konuyu araştırmadan bununla ilgili gerekli yerlerle yazışma yapılmadan takipsizlik kararları veriliyor. Neden? Cumhuriyet savcılarının en başta görevidir o dolandırıcılık iddiasıyla önüne gelen dosyalarda araştırma yapmak. O yüzden daha etkin soruşturma yapılması, daha etkin kolluk kuvvetlerince ve özellikle bugünün dünyasında bir siber birimi var madem emniyetin, daha aktif çalışarak bu dolandırıcıları yakalaması ve insanların bu ülkede daha rahat yaşayabilecekleri bir hukuk devletinde yaşamasının sağlanması lazım.
“HUKUK DEVLETİNİ İLİKLERİMİZE KADAR HİSSETTİĞİMİZ BİR DÜZENİN İNŞA EDİLMESİNİ ARZU EDİYORUM”
Bir yılın sonundayız. Hep o dönemde bir muhasebe yapılır ve aslında garip bir şekilde yeni bir yıla geçerken dilekler, umutlar ortaya koyulur. Elbette ki yeni yılda hiçbir şeyin kolay olmayacağını hatta çok zor olacağını bilerek ama bulunduğumuz görev ve makamlarda zaten zor olana talip olduğumuzu belirterek şunu ifade etmek istiyorum ki tüm meslektaşlarımızla dayanışma içerisinde, aynı kararlılıkla yürüyeceğimiz ve sorunlarımızın çözümü için verdiğimiz mücadelenin sonuçlarını da gördüğümüz ve son olarak hukuk devletini iliklerimize kadar hissettiğimiz bir düzenin inşa edilmesini arzu ediyorum.”