Haber: ÇAĞATAN AKYOL/YİĞİT KAZBEK- Kamera: FAHRETTİN ÖZTÜRK
Merkez Bankası`nın eski başekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara, ‘T24 Yıllık Buluşmaları`nda, “100 yıllık Cumhuriyet tarihinin en ani, en apansız enflasyonunu yaşadık son bir yıl içerisinde” dedi. Ekonomi yazarı Uğur Gürses de "Yoksullar zaten yoksuldu, daha da yoksullaştı. Ama orta sınıf, bu kriz sırasında çöktü" diye konuştu.
T24 Yıllık Buluşmaları, “Cumhuriyet`in 100. yılında Türkiye ve dünya nereye” başlığıyla bugün düzenleniyor. İstanbul`daki bir otelde yapılan programda Merkez Bankası`nın eski başekonomisti ve Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara ile ekonomi yazarı Uğur Gürses, gazeteci Murat Sabuncu`nun moderatörlüğünü yaptığı “Ekonomide hasar tespiti ve restorasyon senaryosu” konulu panelde konuştu.
Kara, 2002`yi takip eden 10 yıl boyunca iyi işler yapıldığı, sonraki 10 yılda ise o kazanımların geri alındığına ilişkin genel bir yorum olduğunu anımsattı. Bunun kısmen doğru olduğunu söyleyen Kara, şöyle konuştu:
"2001 SONRASI REFORMLAR İYİYDİ AMA İHMAL EDİLEN NOKTALAR DA VARDI: Ben, 2002 yılında yurda döndüm, doktorayı bitirdikten sonra. Yaklaşık 2020 yılına kadar bilfiil ekonomi politikalarının tanığı oldum. O döneme baktığımız zaman genelde şöyle bir kabul var; 2002`yi takip eden, kriz sonrası ilk 10 sene iyi işler yapıldı, sonraki 10 senede o kazanımlar geri alındı gibi bir genel yorum var. Bu, kısmen doğru. Ben de içinde bulunduğum süreçte, 2002-2008 döneminde çok keyif alarak çalıştım. Sonrasında iş bozulmaya başladı biraz. Ama şunu da dikkate almak lazım, ilk 10 senede de ihmal edilen bazı şeyler vardı. 2001 sonrası atılan adımlar ve reformlar iyiydi ama ihmal edilen noktalar da vardı. Ne ihmal edildi diye bakarsanız, bence enflasyonla mücadele sırasında makroekonomik risklerin ortaya çıkması ve finansal risklerin birikmesine çok da dikkat edilmedi. O dönemde hızlı kredi büyümesi, TL`deki değerlenme, cari açık… Ve o cari açık ciddi bir borç biriktirdi. Kısa vadeli finansmanla yapıldı o açığın bir kısmı ve sonuçta Türkiye, dış finansmana karşı veya küresel koşullara karşı çok duyarlı bir hale geldi.
YENİ PROGRAMDA FİNANSAL RİSKLER DİKKATE ALINMALI: 2013 sonrası bozulmanın arka planında biraz da o yıllarda makro finansal dengesizlikleri ihmal etmek var. Hepsi o değil tabii ki bambaşka şeyler de oldu. Dolayısıyla yeni dönemde bir program tasarlanacaksa eğer, aslında enflasyonla mücadelede, büyük oranda finansal riskleri de dikkate alan bir çerçeve oluşturmak lazım. O dönemde, biriken riskler, çok yüksek cari açık, dış borcun artmasıyla beraber aynı zamanda arka planda bir sermaye girişlerine dayalı büyüme modeli vardı. O model çok sürdürülebilir değildi.
TÜRKİYE ENFLASYON VE BÜYÜME ARASINDA SEÇİM YAPTI: Nitekim 2013 yılının ortalarından sonra sermaye akımları zayıfladı, özellikle 2016 yılının ortasında darbe teşebbüsüyle birlikte Türkiye`ye bakış da biraz değişti ve merkezi otoritenin güçlenmesi, kurumların zayıflamasıyla sermaye çıkmaya başladı. Artık Türkiye`nin büyüme modelini değiştirmesi gerekti. 2016 yılının ortalarından sonra bir tercih yapılmak durumundaydı; büyüme mi, enflasyon mu? Çünkü sermaye girişlerinin olduğu dönemlerde hem büyüyüp hem de enflasyonu düşürebiliyorsunuz. Ama çıkış başladığında tercih yapılmak zorunda kalınıyor.
ENFLASYON FEDA EDİLDİ: 2016 sonrasında enflasyon feda edildi aslında. Daha çok kredi itişi, bir iç talebe ve kaynaklara dayalı büyüme modeli geliştirildi. Ve burada kaynaklar daha çok KDV, kamu bankaları üzerinden kredilerle oluşturulan bir büyüme modeli. Tabii bu da enflasyonist oldu. Çünkü dış finansman girmediği zaman, içeride para yaratıyorsanız bunun bir kısmı dövize gidiyor. Kuru tutamıyorsunuz, kur enflasyonist oluyor. Sonuçta bu günlere geldik.
CUMHURİYET TARİHİNİN EN APANSIZ ENFLASYONUNU YAŞADIK: 2018 sonrasında yönetim sisteminin değişmesiyle biraz daha merkezi otorite güçlenince kurumlar zayıfladı, özellikle Merkez Bankası örneğinde gördüğünüz gibi. O kurumların kendi işlevini tam olarak yerine getirememesinden kaynaklanan bir enflasyon da ortaya çıktı ve sonuç olarak 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin en ani, en apansız enflasyonunu yaşadık son bir yıl içerisinde. Enflasyonun yüzde 20`lerden yüzde 80`lere birkaç ay içinde çıktığı başka bir dönem var mı diye baktım, tam veri yok ama 2. Dünya Savaşı`nda, 1943-1944 yıllarında böyle bir enflasyon çıkıyor.
BÖYLE BİR ENFLASYONUN ORTAYA ÇIKMASI İÇİN SAVAŞ OLMASI LAZIM: Böyle bir enflasyonun ortaya çıkması için ya savaş olması lazım ya doğal bir afet olması gerekiyor ya da çok büyük bir siyasi istikrarsızlık olması lazım. Türkiye`de bunların hiçbiri yok. Tamamen kendi elimizle yarattığımız, kurumları zayıflatıp Merkez Bankası`nın da çok daha işlevini zayıflattığımız için, işini yapmasına da çok da izin vermediğimiz için bir enflasyonla karşı karşıyayız.
MEVCUT POLİTİKALARLA ENFLASYON DÜŞMEYECEK: Bu enflasyon da kolay kolay düşmeyecek mevcut politikalarla. Tamam, baz etkilerinden bir miktar düşüş olabilir ama kalıcı enflasyon yarattık diyebiliriz. Tabii bir de bunun finansal istikrarsızlığa dönüşme riski de var. Çünkü mevcut sistemde faizi düşük tuttuğumuz için bütün piyasaları kontrol etmek zorunda kalıyoruz. Faizi düşük tutabilmek için her bir varlık piyasasını tek tek regülasyonlarla kontrol etmek zorunda kalıyoruz.
KUR KORUMALI MEVDUATIN MALYETİ MİLLİ GELİRİN YÜZDE 2`Sİ: Kur korumalı mevduatın maliyeti giderek artıyor. Bu sene milli gelire oranı yüzde 2`yi geçecek bir maliyetten bahsediyoruz, Hazine`ye ve Merkez Bankası`na. Bu giderek artacak ve sonuç olarak sürdürülebilir bir patikada değiliz aslında."
"EN ÖNEMLİ KONU ORTA KESİMİN HIZLA YOKSULLAŞMASI"
Türkiye`nin hukuktan ve demokrasiden uzaklaşmasıyla doğrudan yatırımların azaldığını vurgulayan Uğur Gürses ise şöyle konuştu:
"2005 YILINDA 30 MİLYAR DOLAR DOĞRUDAN YATIRIM GELMİŞTİ: 2001`de bir kriz yaşandı, o krizle beraber bir IMF programı uygulandı. Yeni hükumet geldi, tek başına iktidar olarak geldi. Devamında Türkiye`nin bir Avrupa Birliği hikayesi oldu. Biz, 2003 yılında, Türkiye`nin AB`ye üye olmak için tarih aldığını konuşuyorduk. Hatta Türk ekonomisi ile Avrupa ekonomisinin birbirine uyum süreci başlıyor, Türkiye bir Avrupa ülkesi gibi muamele görecek diye konuşuyorduk. Sermaye akımları patladı Türkiye`ye, hatta bu yüzden belki konut sektörüne acayip bir sermaye girişi oldu ve konut sektörü patladı. 2005 yılında 30 milyar dolara yakın bir doğrudan yatırım geldiğini hatırlıyoruz.
SICAK PARA POLİTİKACILARIN AHLAKINI BOZDU: Daha sonraki süreçte 2008-2009 küresel kriz patladı. Bu krizle birlikte devasa bir uluslararası likidite büyümesi yaşandı Merkez Bankaları tarafından. Bu tabii bizim gibi gelişen ülkelere aktı çok doğal olarak. Çünkü sıfır faiz ortamından... Bundan en çok borsalar, varlık piyasaları ve bizim gibi gelişen ülkeler faydalandı. Bu tabii özellikle gelişen ülkelerde siyasetçilerin, tırnak içinde ahlakını bozdu. Yolsuzlukların arttığını görüyoruz, Güney Afrika`dan Endonezya`ya kadar. Özellikle Türkiye`de politikacılar, ‘ekonomi nasılsa bir şey olmuyor, gümbür gümbür para girişi var, o zaman demokrasiden uzaklaşabiliriz` konforunu getirdiler. Ve Türkiye, demokrasiden ve hukuktan uzaklaşmaya başladı.
DEMOKRASİ VE HUKUKTAN UZAKLAŞMAYLA YATIRIMLAR AZALDI: 2013 yılında Gezi protestoları başlamadan önce, son 12 ayda Türkiye`ye gelen para 90 milyar dolar, Türkiye`nin cari açığı 45-50 milyar dolar ve sadece bu 90 milyar doların içinde 50 milyar doları portföy yatırımları, yani sıcak para dediğimiz para. Ve o yüzden de faizler 4`lere kadar düşebildi. Çünkü devasa bir fon girişi olmuştu. 2013 yılında bu politikalardan çıkış sinyalleri verildiği zaman Türkiye de demokrasiden ve hukuktan uzaklaşmaya başladı. Türkiye`nin doğrudan yatırım fotoğrafına baktığımız zaman da olağanüstü derecede azalış olduğunu görüyoruz. Hatta son rakamlar negatife düştüğünü gösteriyor, gayrimenkul hariç. Halbuki bizim ihtiyacımız olan sıcak para değil, doğrudan yatırımlardı.
EN BÜYÜK HASARI ORTA SINIF ALDI: Şimdi, giderek bütün sokaklar daraldıkça, hükumetin el attığı Merkez Bankası, kredi büyümesi, enflasyonun patlaması gibi sonuçlarla karşı karşıya kaldık. Tarihin hiç görmediği kadar çok kısa sürede çok büyük bir enflasyon patlaması yaşandı. Bu tabii hane halkının harcanabilir gelirini çürüttü. Türkiye`nin zaten bir yoksulluk sorunu var. En büyük hasarın ben, hane halkına verildiğini, toplumun yoksullaşmasını getirdiğini düşünüyorum. Diğer konularda hasarlar giderilebilir ama Türkiye`de en önemli konu, orta kesimin hızlı bir şekilde yoksullaşması. Yoksullar zaten yoksuldu, daha da yoksullaştı. Ama orta sınıf, bu kriz sırasında çöktü."